Kayıtlar

Şubat, 2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

NE GÜZEL CAHİLDİK...

Resim
Ne güzel cahildik, Televizyon yoktu. Gazete de her zaman olmazdı. Öyle güzel cahildik ki, keyfimiz bozulmazdı hiç! Dışarıda kar... Ama kuzine içten içe öyle yanıyor ki. Kuzinenin üzerinde demir maşa... Maşanın üzerinde de ekmek dilimleri. Aydınlık bir kış sabahı ve kızarmış ekmek kokusu... Sucuk lükstü. Yumurta lezzetli. Ekmek her zaman ekmek gibi... Bir kez olsun kümesten yumurta almamış, bir k ez olsun o kızarmış ekmeğin kokusunu duymamış ve fakat alışveriş merkezlerinin restoran katlarında boğucu bir gürültü ve havasızlık içinde hamburger keyfine fit olmuş çocuklar ve gençler için ben ne kadar yaşlıyım... Dışarıda kar... İçeride kanaat... İçeride huzur... Televizyon yoktu. Gazete de her zaman olmazdı. Öyle güzel cahildik ki, keyfimiz bozulmazdı hiç! Portakal kabuklarını sobanın üzerine dizer, kokusuna râm olurduk. Kestane közlemek büsbütün bir gecenin akıllara seza mutluluğuydu. Sonra illa ki, büyüklerin anlattığı hikâyeler, hatıralar... Birçoğu arızalı ve tedaviye

FARKINDA OLMAYI ÖĞRENMELİ İNSAN

Resim
Bir gün susmayı öğrendim. Öyle bir sustum ki belki sonsuza kadar susacaktım. Çünkü susmak benim küçücük dünyamda babamla kurduğum iletişim tarzıydı. Babam akşamları eve yorgun dönerdi.   Ben bütün gün evde sıkılır, onun gelişini iple çekerdim. Daha o kapıdan girer girmez boynuna atılır onunla oynamak isterdim. Babam sarılır, öper sonra da, hadi odana git, derdi. Yemek hazırlanınca annem çağırır bu   defa masada bir araya gelirdik babamla. Onlar annemle konuşurken ben araya girer, sesimi duyuramayınca da bağırırdım. Babam sinirlenir, 'Bütün gün insanlara kafa patlatmaktan bunaldım, birde sen kafamı ütüleme!' derdi. Annem de 'Bütün gün zaten seninle uğraştım, bir çift laf da mı konuşturtmayacaksın babanla?' diye çıkışır, beni odama gönderirdi.   Çaresiz bir şekilde boynumu büker odama yani hapishaneme doğru yol alırdım. Babam arkamdan, 'Bizim bir odamız bile yoktu, her şeye sahip, hâlâ ne istiyor anlamadım.' diye bağırmaya devam ederdi. 'Keşke benim de

NE MUTLU DOLU DOLU YAŞAYABİLENE...

Resim
 Kimseye çok bağlanmamak lazım, vakti gelince herkes gidecek. Yanındayken kıymet bilmek lazım, bir gün herkes geldiği yere dönecek. Gereksiz yere kalp kırmamak lazım, ömür dediğin kısa, öyle gelip geçecek. Kavgayla geçen zamana yazık, o vakitler geri gelmeyecek. Parayı baş tacı etmemek lazım, onurun paranla ölçülmeyecek. Tutumlulukla cimriliği karıştırmamak lazım, dostların yoksa o para kimle yenecek? Malın mülkün derdine, hayatı kaçırmamak lazım! Sahip olduklarını götüremezsin yanında, senden sonra başkaları yiyecek. Hiç ağlamadıysan bir gidenin ardından, gözlerin ıslanmayı nereden bilecek? Güzel anılar biriktirmek lazım, torunların senden ne dinleyecek? Bol bol resim çektirmek lazım, yoksa o günler nasıl yad edilecek? İnsan dediğinin acı çekmesi lazım, yoksa düşkünün halini nereden bilecek? Şöyle okkalı bir tokat patlatmalı hayat suratına; yoksa kim, haddini nasıl bilecek? Geçirip tırnaklarını yaşama, sımsıkı tutunmak lazım; dertler nasılsa bir gün geçecek. Önemli o

EŞİM OLMA, KARIM OL!

Resim
Kelimeleri yitirmeseydik anlardık belki, Evlenecek erkeğe eskilerin neden ”koca” dediklerini. Çünkü “koca” bilge demektir,yüce demektir. Koca demek,dağ demektir. Ve ne kadar yüce olursa olsun,üstünde kar olmayan dağ eksiktir. Dağların yücesine kar yağar diye kadına da“kocanın karı” demişler. Bakma şimdi evlenenlerin “karı-koca” ilan edildiğine. “Koca ve onun karı” olmalıdır aslında. Yani yüce bir dağ olmalı adam. Kar gibi pak ve masum olmalı kadın. Örtmeli ve bir ömür, süsü olmalı dağın. Çünkü üşür tepesinde kar olmayan dağ,ne kadar yüce olursa olsun,yarım görünür… Eşim olma,karım ol! Bana benzemeye çalışma sakın. Bana benden lazım değil bir tane daha. Ama unutma ki sensiz yarımım. Her zaman söylemem,ama sen anla. Eşim olma,KARIM ol! Beni TAMAMLA…

FANİ DÜNYADA GEÇİNİP GİDİYORUZ

Resim
İki üç arkadaş bir yaz günü dinlenmek ve hoşça bir vakit geçirmek için bir su kenarına giderler. Su kenarı boyunca gezinirlerken uzaktan derenin içinde bir adam görürler. Adamın durumu gerçekten dikkat çekicidir. Adam, suyun içinde pantolonunu dizlerine kadar sıvamış vaziyette, durmadan elinde bir şeyler örmekte, diğer yandan sallayıp durduğu başının üstündeki bir çıngırak devamlı olarak çalmaktadır. Biraz daha yaklaştıklarında adamın sırtında bir yayık olduğunu ve ağzıyla da bir şeyler mırıldandığını görürler. Adama selam verirler. Adam selamı alır. Biri merak içinde    sorar: — Kolay gelsin. Kusura bakma ama sormadan edemeyeceğim, derenin içinde böyle durmadan bir o yana, bir bu yana ne yapıyorsun? Adam: — Hiç ne olsun der: Bizim köyün camisinin halıları kirlenmişti. Hoca birini arayıp duruyordu. Eh ben de boştum. İşte gördüğünüz gibi halıları; yıkıyorum. Artık Hoca bize birkaç kuruş verir, bu fani dünyada geçinip gideriz. Bu sefer diğeri sorar:  — Ya bu başının üstün

GENÇLİK NEREYE

Resim
Modernizmin "gençlik" vurgusunun altından, hiç de güzel kokular gelmiyor. Modern akıl, her alanda olduğu gibi hayatı kategorize ediyor. Bu fiili bir indirgeme türü. Her indirgeme, aynı zamanda bütünü parçaya feda etme anlamına gelir. Hayatı kategorize eden modern aklın da yaptığı bu. Modern akla göre hayat sürecinin aşamaları olan bebelik, çocukluk, gençlik, olgunluk, yaşlılık ayrı birer kompartıman. Bebeyi kreşe, çocuğu okula, genci üniversiteye, olgunu işe, yaşlıyı huzurevine mahkum eden, evi ve aileyi işlevsiz kılan, evi pansiyon aileyi kulüp haline getiren bir algı tarzı. Bu tasavvur, hayatı tıpkı "alabalık yetiştirme çiftliği" gibi algılıyor. Boylarına göre birbirinden bağımsız havuzlar. Havuzda beslenip büyütülen yavru, belli bir iriliğe ulaşınca diğer havuza aktarılıyor. Bütün bu beslemeler büyütmeler, el bebek gül bebek muameleleri, kıvamında müşteriye sunmak için. Bu nedenle, hiçbiri doğal sürecin ürünü değil. Hepsi sentetik, hepsi suni. Buna ka

ÇOCUKLARA İYİLİKTEN ÇOK KÖTÜLÜĞÜ DOKUNAN CÜMLELER

Çocuklarımıza farkında olmadan yanlış kelimeler ve cümleler söyleyebiliriz. Yazar Amy McCready'e göre, niyetimiz çok iyi bile olsa, çocuklarımız tarafından nasıl algılandığını bilemediğimiz bazı cümleler aslında çok yanlış ve yersiz olabilir. Çocuklarımıza farkında olmadan yanlış kelimeler ve cümleler söyleyebiliriz. Positive Parenting Solutions'un kurucusu ve "If I Have to Tell You One More Time" kitabının yazarı Amy McCready'e göre, niyetimiz çok iyi bile olsa, çocuklarımız tarafından nasıl algılandığını bilemediğimiz bazı cümleler aslında çok yanlış ve yersiz olabilir. İyilikten çok kötülüğü dokunan cümleler nelerdir, öğrenin... 1 ''Daha iyisini yapabileceğini biliyorum.'' Bu cümle çocuğunuzun genel olarak motivasyonunu ve hevesini kırabilir. Onu motive etmek yerine istemeden demotive edebilirsiniz. Ama McCready'e göre şu tip cümlelerle daha iyi motivasyon sağlayabilirsiniz: ''Odanız temizleyip toplarsan bahçeye oynamak içi

BİZİM ÇOCUKLUĞUMUZDA:

Bizim çocukluğumda annelerimiz çalışmazdı. Okuldan eve geldiğimde boynumdaki anahtarla kapıyı hiç açmadım. Hatta babanım bile anahtarı yoktu. Annem evimizin bir parçası gibiydi, hep evdeydi . Her yere birlikte giderdik, zaten öyle çok da gidilecek bir yer yoktu ki. En büyük eğlencemiz sokaklarda oynamaktı. Sokakta oynamak diye bir kavram vardı yani. Cafelerde, alış veriş merkezlerinde buluşmazdık. Okula arkadaşlarımızla gider, birlikte çıkar, oynaya, zıplaya yürüyerek gelirdik. Servis falan yoktu. Ayakkabılarımız eskirdi . Hatta öyle olurdu ki; çantalarımızı kaldırımlara koyar oyuna bile dalardık . Annelerimiz bu durumu bildiklerinden, Kardeşlerimizle bizlere ekmek arası bir şeyler hazırlar gönderirdi. Mahallemizdeki teyzeler annemiz gibiydi. Susayınca girer evlerine su içerdik . Ya da pencereden bir sürahi bir bardak uzatır, hepimiz aynı bardaktan kana kana içerdik. Kısacacı evine girip gelen (ki sadece çişi gelen giderdi evine) elinde mutlaka yiyecekle

AİLE VE BAŞARI

Bebekliğimizden başlayalım bu serüvene. Çocukluğumuz nasıl da güzeldi değil mi? Anne babamızın nar tanesiydik, bir tanesiydik. Bizi el üstünde tutarlardı. Annemiz elinde bir tabak yemekle peşimizden koşardı, bize bir kaşık yemek yedirebilmek için. Biz de babamızın peşinde koşardık, akşam işten dönünce bize ne getirdi? diye. Biz hastalanınca ailedeki herkes de hastalanırdı sanki. Anne babamızı taklit ederdik hep. Onların yaptıklarını yapardık. Onlar gibi olmak isterdik. Bizim kahramanımızdı onlar. Bize göre o zamanlar dünyanın en güçlü insanları onlardı. Arkadaşlarımızla övünme yarışma girdiğimizde hemen: "Benim babam, senin babanı döver." muhabbetine başlardık. İnanırdık gerçekten buna. Okula kayıt olduğumuz anlar hepimiz için ayrı bir heyecandı. Bazılarımız ilk günler okula alışamamıştık. Hatta ağlamıştık, annelerimiz de bizimle sınıfta otursun, diye. Okula da kısa sürede alışmıştık sonra. Artık kahramanlarımız anne babalarımız değil, öğretmenlerimizdi. Onlar her şe