DİLİNE DİKKAT
ET DİŞİNİ KIRMASIN
Yusuf Has Hacip’ in “Diline
dikkat et, dişini kırmasın.” sözü
günlük hayatımız için ne kadar doğru bir ifade.Gerek aile hayatında eşler arası iletişimde gerek diğer genel
olarak iletişimde dilimiz başımıza çok dertler açıyor. Allah resulu her sabah
kalkınca “Dilimin şerrinden sana sığınırım Allahım.” diye dua
ediyor ki peygamber dili şer üretmeyeceğine göre dua bizlere misal olmalı.
Oysa
bizler günümüzde ağzımıza geleni söylemeyi özgürlük zannediyoruz. Günümüzde
birey olma derdindeyiz. “Düşündüklerimi söyleyemeyeceksem nasıl birey
olacağım?” diye soranlar var. Susmak
eziklik, konuşmak zeka alameti zannediyoruz. Oysa esas nerde susacağını bilmek
zekayı gösterir. Dilimize dikkat etmezsek, önce kendi kalbimizi
kırdırırız.
Evlilik
ilişkisinde en çok yapılan hata eşlerin birbirini eleştirmesidir. Tenkit
etmeye, eşimizin hatalarını söylemeye bayılıyoruz fakat kendi hatalarımız
söylendiği zaman hoşumuza gitmiyor ve hemen savunmaya geçiyoruz. Tabii biz hata
yaptıysak kesin haklı sebeplerimiz vardır. Fakat eşimiz hata yaptıysa
düşüncesizliğinden ya da bize değer vermediğinden yapıyordur. Eleştirilerek
hatasını düzelten bir insan ben bilmiyorum. Genellikle daha kötü olur ve
kendini yetersiz hissetmesine sebep olan kişiden nefret eder.
Bu
yüzden muhabbet istiyorsak eleştiriyi bırakıyoruz. “Hiç mi birbirimizi
eleştirmeyeceğiz?” diye soranlar olacaktır. Çok az eleştiri olmalı onu da
hakaret eder gibi kişiliğine saldırarak yapmamak gerek. Zamanını ve şartları
kollayarak usulüne uygun bir şekilde suçlamadan yapılabilir. O zaman bir işe
yarayabilir öteki türlü sadece kalbi yaralar.
Veli
toplantıları ve aile seminerlerinde anne ve babalara “Eşiniz sizi eleştirdiği veya başkaları ile kıyasladığı zaman nasıl
davranıyorsunuz?” diye sorduğum zaman aldığım cevaplar genellikle eşlerinin
eleştirisine karşılık “savunma ve saldırıya geçmek” şeklinde oluyor. Bazıları
da “odayı terk ediyorum” diyorlar bu da çok yanlış. Genellikle erkekler mekanı
terk etmeyi tercih ederler fakat bunu yapan hanımlarda var. İki taraf içinde
yanlış bir yol. Konuşulan ortamı terk etmek “Sen istediğin kadar konuş ben
haklıyım ve seni dinlemeye bile değer bulmuyorum.” demektir. Bu da eşi iyici
kızgınlaştırır. Mekanı terk etmek ancak konuşma çok uzadıysa ortam geriliyorsa
sakinleşmek için yapılmalı.
Bir eleştiri geldiğinde yapılacaklar:
Bir işle
meşgulsek işi bırakıp dinlemek ve göz teması kurmak gerekir.
Eş
konuşurken sağa, sola, etraf bakmak ya da bir işle meşgul olmak “boş
konuşuyorsun” mesajı vermektir. Bu eşi kızgınlaştırır ve sizi etrafa
bakamayacak kadar etkileyecek ağır sözler söylemeye teşvik eder.
Aynı
zamanda dinlerken yüz ifadesi de önemlidir. Tabii bunun için önce iç
sesleri düzenlemek lazım. Susup dinlerken yüzünüzde “Allah belanı versin.”
ifadesi varsa bu ifade ağır sözler duymanıza sebep olur.
Haksız bir eleştiriye maruz kalmışsak bile eşin sözü
bitmeden cevap yetiştirmeye çalışmamak gerek. Önce dinleyip sonra söyleyeceklerimiz varsa onun haklı
olduğu noktaları da vurgulayarak söyleyebiliriz. Fakat karşınızda çok kızgın
bir eş varsa o zaman o sakinleşene kadar sözü ertelemek en iyisi olur.
Eleştiri sırasında en büyük yanlış savunmaya ve saldırıya
geçmektir. Kadınlar savunma ve saldırıyı
tercih ederlerken erkekler saldırı ya da susmayı tercih ederler. Mesela erkek
kadını eleştirdi. Kadın önce pek çok kelime ile neden yaptığını anlatır kendini
temize çıkarmaya çalışır. Savunmasını yaptıktan sonra saldırı safhası başlar.
Adama “sen kendine bak, senin de şu hataların var ya da senin yüzünden
yaptım”…gibi
Erkek ise ya susar; buzdan bir duvar örer, kadını iyice
çıldırtır ya da en ağır sözleri söyler.
Erkekler savunma ve kendilerini temize çıkarmaya çalışma metodunu kadınlar
kadar kullanmazlar. Savunma için detay gereklidir. Detay ise daha çok kadınlar
için önemlidir. Savunmak, susmak (tavır alarak susmak) ya da saldırmak üçü de
karı koca arasındaki muhabbeti öldürmenin üç etkili yoludur. Üçü de çok
bencilcedir çünkü. Haklı çıkmaya çalışmak ya da sana değer vermiyorum mesajı
evlilikte kullanılıyorsa o evlilikte iletişim ölmüş demektir.
Oysa eleştiri karşısında “Haklısın canım,
düşünemedim, bir daha dikkat ederim, özür dilerim.” gibi bir kaç tatlı
söz ortamı sakinleştirir. Eşin hatası varsa bile onun hatasına odaklanmak,
savunmaya geçmek yerine kendi hatalarımızı düzeltme gayretine girmek de pek çok
sorunu çözer.
Eşi tenkit etmek yerine takdir etmek gerek. İlmin kapısı
Hz. Ali “İnsanın kendisine iyilik edeni övmesi, iyiliği arttırır.”
diyerek bizlere güzel bir yol göstermiş. Bir erkeğin karısına iltifat
etmesi, kadının kocasını takdir etmesi neden bu kadar zor geliyor acaba? Sebebi
aleyhimize çalışanlar olabilir. Onlara değil, Rabbimize kulak verelim.
Rabbimiz “Mümin kullarıma söyle: En güzel olan
sözü söylesinler. Çünkü şeytan aralarına fesat ve kavga sokar. Şeytan şüphesiz
insana apaçık bir düşmandır. “ buyuruyor.
(İsra suresi 53. âyet-i kerîme)
Güzel
sözü de en çok yakınlarımız hak etmiyor mu? Yabancılar bize iyilik
yaptığında teşekkür etmeyi genellikle unutmadığımız halde en yakınlarımız;
eşimiz çocuklarımız ne yapsa onları mecbur görüp teşekkür etmiyoruz, takdir
etmiyoruz. Bu da onların daha iyi olma arzularını öldürüyor. Bir de üstüne
eleştiri gelince birbirimize iyi olmak yerine başkalarına iyi olmayı tercih
ediyoruz. Takdir ihtiyacımızı kim karşılıyorsa onun için bir şeyler yapmak
nefsimizin hoşuna gidiyor.
Şeyh
Sâdi’nin:
“Ağızda dil nedir, a akıl sahibi? Hünerli kimsenin hazine
anahtarı değil mi?”
Dil
şerrin anahtarı da olabilir, hazinenin anahtarı da olabilir. Gurur ve kibrimize
kapılıp bir şer anahtarı olarak kullanmak yerine, sevdiklerimizin gönlüne
girecek bir hazine anahtarı olarak kullanmak daha akıllıca değil mi? İki
dünyamız için de…
f � n s ��� �� t-size:18.0pt'> Gencin hayatında aile önemlidir. Ailenin gencin hayatındaki etkin varlığı da önemlidir, yokluğu da önemlidir. Genelde bugün gördüğümüz tabloda aileler gençlerin hem içinde bulundukları dönemden hem de içinde bulundukları dünyadan habersizler ve bunun karşısında üç tür tavır geliştiriyorlar.
Birincisi genci kendi istedikleri gibi olmaya, kendi istediklerini yapmaya zorluyorlar. Belli bir yaşa gelene kadar didişe didişe devam eden bu savaşı sonunda iki taraf da birbirinden bıkmış olarak bırakıyor.
İkincisi anne-baba genç elden gitmesin diye her istediğini yapıyorlar. Bunun sonucunda da anlam, irade ve çevre anlamında problem yaşayan gençler kaybolup gidiyorlar. Aradan zaman geçip anne-baba yanlış giden bir şeyleri düzeltmek için müdahale etmek istediğinde ise çok geç olabiliyor.
Üçüncü tavır ise herkes kendi hayatını yaşasın tavrıdır. Yani anne-babanın zaten kendi iş güçleri, gündemleri vardır ve genç çocuklarıyla uğraşacak çok da vakitleri yoktur. Uzaktan uzağa takip ederler ve uzaktan da bir çok şeyi göremediklerinden problem yok diye düşünüp her şeyin yolunda gittiğini zannederler. Sonrasında farkına vardıkları küçük problemler için çare aramaya başladıklarında ise farkına varmadıkları çok büyük problemleri onlara söyleyecek kimse de çıkmaz.
Halbuki ideal olan erken yaştan itibaren çocukla sağlıklı bir ilişki ve iletişim kurup onun hayatını tamamen işgal etmeden ama tamamen de terketmeden, içinde bulunduğu dünyadan ve dönemden haberdar olarak, mutlaka ama mutlaka sağlıklı bir çevre içerisinde bulunmasına yardımcı olarak, teşvik ederek ve zemin hazırlayarak ilişkiyi götürmektir.
Gencin hayatında okul da kimlik ve kişiliğinin gelişiminde oldukça önemlidir. Ancak okulu önemli yapan anne-babanın tavır ve yaklaşımları aynı zamanda ülkenin eğitim sistemidir. Gençlerin sadece eğitimin her basamağında bitmek bilmez sınavları kazanmak için ezberlere odaklandıkları, gece gündüz okul ve dersaneye gidip testlerle ömürlerini tükettikleri, hafta sonları ve yaz tatillerini bilgisayar başında ya da tatil köylerinde geçirdikleri zaman üniversiteye geldiklerinde kimlik olarak, kişilik olarak gelişimin çok gerisinde olacaklardır. Bu durum ise yaşlarına uygun davranmalarını, yaşlarına uygun sorumluluklar almalarını, hayatları için düşünmelerini engelleyecektir. Dolayısıyla okul ve okulun yanında hayat ile ilgili ailenin ve toplumun genci nereye koyduğu çocuğun ilerleyen hayatında kendini konumlandırması açısından kritik önem taşımaktadır.
Aile ile sağlam ve sağlıklı ilişki kuramamış, okulda ya da okul dışında herhangi bir başarıyla kendini ifade edememiş gençler ister istemez ihtiyaç duydukları bilgi, tecrübe ve yönlendirme desteği almak için başka kaynaklara başvuruyorlar. Bu kaynakların başında da internet, televizyon ve akranları geliyor. Akranları zaten genelde aynı kaynaktan beslendiği için internet ve televizyonun verdiği mesajı gence aktarıyorlar. İnternet ve televizyon ise ağırlıklı olarak popüler kültürün belirlediği çerçevede tüketim odaklı bir hayat tarzının mesajlarını veriyor. Bu çerçevede “daha fazlasını iste”, “anı yaşa”, “gençlik bir defa yaşanır, özgür yaşa”, “kendini şımart”, “imkansız yoktur” tarzı mesajları üzerine kurulmuş bir hayat felsefesi genci ne kadar anlamlı bir hayat yaşamaya götüreceği cevabı açık bir sorudur.
Genç bireyle doğru ilişki kurmuş, genç birey için doğru çevreler oluşturmuş ve imkanlara ve ihtiyaçlara sağlıklı erişim imkanı vermiş anne-babaları hariç tutarsak bir kısım anne-babada çocuğum elden çıktı söylemi hakim, bir diğer kısım da böyle bir söylemi dillendirmiyor çünkü çocuklarının ne durumda olduklarının farkında değiller. Bu noktada ağırlıklı olarak anne-babalar iş işten geçtikten sonra çareler aramaya başlıyorlar. Bazı şeyler için de çok geç olduğundan ya dönemi, ya çevreyi ya da çocuğu suçluyorlar. Bu suçlamaları yapmak kolaycılığa kaçmaktır. Esas olan çevrenin, dönemin ve çocukların kendine has özellikleri ve zorlukları olsa da anne-babaların doğumundan itibaren çocuklarının fiziksel sağlıklarına dikkat ettikleri kadar ruh sağlıklarına da dikkat etmeleridir. Bunun için çocuk ve gence yaklaşım ile alakalı doğru bilgi sahibi olmak, anne-baba olmayı okumaya ve öğrenmeye devam etmek, konuyla alakalı aynı hassasiyeti paylaştığımız anne-babalardan, kurum ve kuruluşlardan destek almak ve onlara destek vermek, çocuklarımızla ve eşlerimizle sıcak ve sağlıklı ilişkiler kurmak, illa ki sabırlı olmak ve çocuklarımız için maddi olduğu kadar manevi fedakarlıklar yapmayı da göze almak şarttır.