Dinlemenin Üç Temel Yönü:
Anlamak, Benimsemek, Geliştirmesine İzin Vermek
Yıllar önce, bir otobüste seyahat ediyordum. Çamlık bir araziden geçerken
önümdeki koltuktaki baba ile oğlu arasında şöyle bir konuşma geçti, oğlan
sanıyorum, yoldaki manzaraya bakıyordu:
-Baba, niçin anne çamlar yavru çamların elini tutmuyorlar? Çocuğun
sesinde muhteşem bir coşku ve merak vardı. Babası şöyle cevapladı:
- Saçmalama, olur mu hiç öyle şey! ‘Anne çamlar, yavru çamların elini
niçin tutmuyorlar’mış saçma saçma şeylerle uğraşacağına akıllı uslu şeyler
düşün!
Dinleme davranışı iletişimin ve psikolojinin en önemli yanlarından birini
oluşturur. İster iş yeri, ister aile, isterse komşuluk olsun, bir ilişkide yer
alan bireylerin birbirlerini dinleme kalitesi, o ilişki içindeki en önemli
noktalardan birini oluşturur.
Dinlerken temel nokta, anlatanın, anlatma davranışını sürdürebilmesine
olanak yaratmaktır. Tabii anlatan da karşısındakinin içinde bulunduğu durumu
fark ederek ona haksızlık etmeyecek biçimde konuşması gerektiğini bilmek
durumundadır. Ama ben burada dinleyenden bahsedeceğim.
Yukarıdaki diyalogda baba, oğlunun bu lafları niçin
ettiğini anlamaya yönelik hiç bir girişim içinde bulunmuyor.
Dinlemenin içinde yer alan anlama davranışı, karşımızdakinin bu lafları niye sarf
ettiğini, kast ettiği şeyin ne olduğunu bulmaya, anlamaya yönelik bir tutumdur.
Dinleme davranışı sırasında, karşımızdakini mutlaka anlamak zorundayız. Baba,
daha bu birinci aşamayı geçememektedir. Halbuki şöyle yapabilirdi; “aaa
öyle mi? Peki neden ellerini tutmalarını istiyorsun?” ya da “Hımmm,
peki, tutmazlarsa ne olur?” gibi çocuğun konuşmasını devam ettirmesini
teşvik edecek, anlamaya yönelik sorularla çocuğu konuşma içinde tutabilirdi.
Belki çocuk arkasından; “ama tutmazlarsa, yavru çamlar ormanda
kaybolurlar” diyebilir. Baba, bunu da anlamaya yönelik bir tutum içinde
olmalıdır. Biliyoruz ki, bir insan konuştuğunda karşısındaki tarafından
anlaşıldığından emin değilse o zaman, o ortamdan uzaklaşmaya, o kişi ya da
kişilerden soğumaya ve kendini sevgisiz bir ortam içinde bulmaya başlamaktadır.
O nedenle karşımızdakini mutlaka anlamalıyız.
Aynı şey iş yerinde de yaşanabilir. Diyelim ki bir işçi amirine şöyle
diyor:“yaaa amirim bu bizim tezgahın, kopuşlarını şöyle şöyle yapsak
azaltabiliriz gibi geliyor bana, ne dersin?” Ve diyelim ki amir şöyle
cevap versin: “sen kendi işine bak, kendi işine bak, düşünenler düşünür
onu, boyunuzdan büyük işlere kalkmayın.” Gene anlama niyeti yok. Baba’da
da, amirde de adeta;“Neden böyle konuştuklarını anlamama gerek yok, çünkü ben
bunu neden söylediklerini biliyorum: çocukluklarından, ya da bilmediklerinden
böyle konuşuyorlar, bilseler böyle konuşmazlar.” Bu durum hem babaya hem
de amire hakim olduğu için dinleme davranışının ilk boyutu gelişemiyor.
Dinlemenin ikinci boyutu, benimseme tutumudur. Karşımızda konuşan
bir bireyin bana söylediği şeyin içeriğini kabul edip etmememle ilgili bir
durumdur bu. Diyelim ki yukarıdaki amir, anlama tutumunu sağlıklı biçimde
yaptı, mesela şöyle dedi: “Şöyle şöyle yapmak mı? Valla benim hiç aklıma
gelmedi, bir anlat bakayım ne kast ediyorsun?” dedikten sonra bu düşünceye
iki biçimde yaklaşabilir: “bu, şu şu nedenlerden dolayı olmaz” ki
burada benimseme boyutu işlememektedir. İkinci yaklaşım da “aaa, bu doğru
yahu, valla bunu bir dene bakalım, bence olur.” Burada içerik amir
tarafından da benimsenmektedir. (Hatta bu son cümlede üçüncü boyut olan,
geliştirmesine izin verme de devreye girmektedir.)
Benimseme tutumunu her iletişim ortamında göstermek durumunda değiliz.
Diyelim ki biri bana, “Nurdoğan, istersen sana KDV fişi bulabilirim,
yalnız bir miktar ödeme yapman gerekecek” dedi. Ben “nasıl yani, ne
kast ediyorsun”diyerek, onu anlamaya çalışabilirim. Ama arkasından
da “sağol, bu bana yakışmaz” diyerek reddedebilirim. Böylece
benimsememiş olurum. Aklımıza yatmayan, değerlerimize uymayan iletişimleri
benimsemek, kabul etmek durumunda değiliz.
Üçüncü boyut; geliştirmesine izin verme tutumudur. İletişim
sırasında karşımızdakinin, ortaya koyduğu şeyi geliştirmek istemesine izin
vermek genellikle olumlu bir yaklaşımdır. Örneğin, yukarıdaki olayda, baba
çocuğuna şöyle yaklaşabilir: “hımm, demek anne çamlar, yavru çamların
ormanda kaybolmamaları için ellerinden tutmalılar. Peki, diyelim ki tutuştular
sonra ne yapacaklar?” çocuk da şöyle cevap versin: “ormana girerler
içinde birlikte dolaşırlar.” (Şimdi gene anlama tutumu devreye
girecek:) “hımmm, ormanı keşfe mi çıkacaklar yani?” ve sonrasında
baba çocuğa öyle dese: “yaa bak bu ilginç bir fikir, hadi bakayım sen
böyle bir resim yapsana.” Baba çocuğun iç dünyasının zenginliğini
geliştirme yönünde onu yönlendiriyor, önünü açıyor. Dikkat ederseniz, ne yazık
ki Türk çocuklarına yönelik, şöyle güzel, zengin içerikli, uzun metrajlı bir
çizgi film yok. Bir nedeni de çocuklarının bu hayallerini anlamayan, ve geliştirmelerine
izin vermeyen ebeveynler olmasın sakın?
Bir başka diyalog şöyle olabilir: İki arkadaş konuşurken, biri
diğerine “sigarayı bıraktım” dediğinde, ötekinin ona, “kim, sen
mi? Üç gün sonra kesin başlarsın”dediğini düşünün. Burada da geliştirmesine
izin verme tutumu aksıyor. Bazı durumlarda, bir konuşmayı benimsemesek de
gelişmesine izin verebilmemiz gerekir. Örneğin, tezgah kopuşlarındaki konuşmayı
ele alalım: Burada diyelim ki amir, öneriyi benimsemedi, ama şöyle
diyebilir; “yaaa bu söylediğin pek benim kafama yatmadı, ama bence sen
bunu geliştir, bir öneri haline getir, yapabiliyorsan denemeler yap, ben sana
uygun zamanı sağlamaya çalışırım, sonra da yönetime sunarız. Belki benim
görmediğim bir şeyi geliştirirsin.”Dünyadaki bir çok buluşu düşündüğünüzde, ilk
önerildikleri anda çok garip ve olanaksız gelecekleri çok açık, ama bugün
onların içinde yaşıyoruz. Düşünsenize bundan 100 yıl önce biri, şöyle
deseydi: “yaa öyle bir şey yapacaksın ki, sen evde otururken, başka
ülkelerde ne olup bittiğini anında görebileceksin.” Herhalde “aman
salak salak konuşma” cevabını alırdı, ama bugün televizyon evlerimizin baş
köşesinde.
Bazı durumlarda da kesinlikle benimsememek gerekir. Eğer konuşmada bir
canlı varlığı incitme, bir ahlaksızlık, hakkaniyetsizlik, iki yüzlülük,
erdemsizlik varsa izin vermemek, kesin bir dille reddetmek gerekir. Diyelim ki
çocuğum geldi; “baba, ödevimi yapamıyorum, abime söylesene o
yapsın” dedi. Bunu anlamaya çalışırız. “Yaaa demek yapamıyorsun, peki
nerelerde takıldın, neden takıldın?” diyerek anlama tutumunu sergilemem
gerekir. Ama arkasından,“peki abin sana konuyu anlatabilir, abisi hadi bakayım
kardeşine o konuyu güzelce anlat, ama ödevdeki sorunun cevabını asla sen
gösterme, kardeşin kendi bulacak” diyebilirim ve kardeşe dönüp: “bak
çocuğum, belki bana şimdi kızıyorsun ama, bir insan kendi üzerine düşen
sorumlulukları başkasına yıkmamalı. Hele benim çocuğum bun hiç yapmamalı. Sen
kendi üzerine düşenleri yaptıkça göreceksin ki daha hızlı gelişeceksin, senin
işlerini başkalarının yapmasını istemek doğru bir davranış değildir, hadi
bakalım, şimdi ödevinizin başına.”şeklinde devam edebilirim.
İletişim çok keyifli bir davranıştır. Her ortamı son derece kaliteli ve
coşkulu hale getirebilir. Bazı noktalara dikkat ettiğimizde ilişkilerimiz daha
da zevkli ve coşkulu hale gelecektir. Ancak bazı durumlarda da yukarıda ele
aldığımız türden hatalar yaparak, yanlış iletişim tutumlarında bulunarak,
ortamı cehenneme çevirebiliriz. Biz insanlar, cehennemlerde değil cennetlerde
yaşamayı hak ediyoruz. Bunu çevremizdekiler de hak ediyor.
Nurdoğan Arkış (27/05/2006)
<< Ana Sayfa