ÇOCUKLARIMIZ NEDEN
BÖYLE…
Ailelerle görüşmelerimde en çok duyduğum laflardan biridir “Hocam hiçbir eksiği yok. Yediği önünde
yemediği arkasında. İmkânlarımız ölçüsünde eve özel öğretmen geliyor. Bizim
zamanımızda böyle miydi?”
Geçenlerde Mali müşavir olan aynı zamanda Bağımsız denetim
işi yapan bir arkadaşım çocuğuma her türlü imkânı sunduğunu kendilerinin
çocukluğunda bu imkânlara sahip olmadığından bahsederken çocuğun babaya cevabı;
tabi ki sunacaksın olmuş. Neden diye sorduğunda Çünkü senin baban çiftçi idi
imkânı yoktu benim babam ise mali müşavir imkânı var dedi.
Bizler çocuklarla yaşadığımız problemlerde hep olayın maddi yönüne bakıyoruz. Tahmin ettiğiniz gibi duygusal açlıktan bahsediyorum. Evladımızın fiziksel zihinsel akademik anlamda olgunlaşması ve gelişmesi için varımızla yoğumuzla çalışırken duygusal açıdan olgunlaşması için üzerimize düşenlerin farkında mıyız ve yapıyor muyuz? Bir eli baldayken, ağzımızdan bal mı damlıyor, zehir mi akıyor?
Şimdi bütün önyargılarımızı ve savunma mekanizmalarımızı bir kenara bırakarak anne-baba olarak soralım kendimize. Elini sıcaktan soğuğa değdirtmiyorum, ya kalbini? Karnını doyurdum, ya kalbini?
Elini bala buladım, ya kalbini?
Bir baba olarak Rahmet Elçisi torunlarını “Bunlar benim Reyhanlarım” diye severdi torunlarını…
Atalarımız kılıç yarası geçer ama dil yarası geçmezmiş’ der. Evlatlarımızla konuşurken bilhassa sorunlu davranışlar esnasında kullandığımız dil çok önemli. Yaralayan, sürekli suçlayan, hep kusurlarını açığa çıkaran, hep eleştiren dil sorun çözmediği gibi, sorunun katmerlenerek büyümesine yol açmakta ve en önemlisi de dilden kalbe giden yollar kapanmakta…
Hocam çocuklarımızın ‘Hatalarını dile getirmeyecek miyiz, uyarmayacak mıyız yani?’ serzenişini duyar gibiyim sizlerden. Evet, söyleyeceğiz. Evladımızın yanlışlarını düzeltecek kişi arkadaşı değil, ailesi olarak bizleriz elbette. Ama nasıl? Firavuna bile yumuşak sözle öğüt emredilmişken, bağırıp çağırmak ne kazandırır bize?
Bizler çocuklarla yaşadığımız problemlerde hep olayın maddi yönüne bakıyoruz. Tahmin ettiğiniz gibi duygusal açlıktan bahsediyorum. Evladımızın fiziksel zihinsel akademik anlamda olgunlaşması ve gelişmesi için varımızla yoğumuzla çalışırken duygusal açıdan olgunlaşması için üzerimize düşenlerin farkında mıyız ve yapıyor muyuz? Bir eli baldayken, ağzımızdan bal mı damlıyor, zehir mi akıyor?
Şimdi bütün önyargılarımızı ve savunma mekanizmalarımızı bir kenara bırakarak anne-baba olarak soralım kendimize. Elini sıcaktan soğuğa değdirtmiyorum, ya kalbini? Karnını doyurdum, ya kalbini?
Elini bala buladım, ya kalbini?
Bir baba olarak Rahmet Elçisi torunlarını “Bunlar benim Reyhanlarım” diye severdi torunlarını…
Atalarımız kılıç yarası geçer ama dil yarası geçmezmiş’ der. Evlatlarımızla konuşurken bilhassa sorunlu davranışlar esnasında kullandığımız dil çok önemli. Yaralayan, sürekli suçlayan, hep kusurlarını açığa çıkaran, hep eleştiren dil sorun çözmediği gibi, sorunun katmerlenerek büyümesine yol açmakta ve en önemlisi de dilden kalbe giden yollar kapanmakta…
Hocam çocuklarımızın ‘Hatalarını dile getirmeyecek miyiz, uyarmayacak mıyız yani?’ serzenişini duyar gibiyim sizlerden. Evet, söyleyeceğiz. Evladımızın yanlışlarını düzeltecek kişi arkadaşı değil, ailesi olarak bizleriz elbette. Ama nasıl? Firavuna bile yumuşak sözle öğüt emredilmişken, bağırıp çağırmak ne kazandırır bize?
Çocuklarımızla sağlıklı
bir iletişim kurmak için ;
Önce anlamaya sonra anlaşılmaya çalışın
Önyargılarınızı bir kenara bırakarak dinleyin
Çocuğunuzla aynı seviyeye gelip göz kontağı kurun
Asıl mesajı beden dilinizle gösterin. Unutmayın ki hareketler sözcüklerden çok daha güçlü!
Sözünü kesmeyin
Duyduklarınızı özetleyin. Anladığınızı gösterin
Zamanlamayı iyi yapın
Ortam gergin hale gelip konudan uzaklaşıp tartışmaya ve kavgaya doğru gidiyorsanız, konuyu erteleyin
Çocuklarınızın gönlünü fethedin. Gerçek açlığını giderin. Duygularına kulak verin. Fethin anahtarı uzaklarda değil. Önce dilinizi kullanarak başlayın bu fethe.
Çocuklarımızın pin kodlarını anlayabilmek ve iletişim düğümlerini çözebilmek dileğiyle…
Sait ÖZDEMİR
Önce anlamaya sonra anlaşılmaya çalışın
Önyargılarınızı bir kenara bırakarak dinleyin
Çocuğunuzla aynı seviyeye gelip göz kontağı kurun
Asıl mesajı beden dilinizle gösterin. Unutmayın ki hareketler sözcüklerden çok daha güçlü!
Sözünü kesmeyin
Duyduklarınızı özetleyin. Anladığınızı gösterin
Zamanlamayı iyi yapın
Ortam gergin hale gelip konudan uzaklaşıp tartışmaya ve kavgaya doğru gidiyorsanız, konuyu erteleyin
Çocuklarınızın gönlünü fethedin. Gerçek açlığını giderin. Duygularına kulak verin. Fethin anahtarı uzaklarda değil. Önce dilinizi kullanarak başlayın bu fethe.
Çocuklarımızın pin kodlarını anlayabilmek ve iletişim düğümlerini çözebilmek dileğiyle…
Sait ÖZDEMİR
www.saitozdemir.net